Devlet hastanesinde bulunması gereken bir cihazın bulunmaması yönetimin sorumluluğunu meydana getirir mi? Aynı sorun özel hastane için de geçerlidir aslında. Hatta bütün özel sağlık kuruluşları ve aile sağlığı merkezleri için de… Bu yazıda ele alacağımız somut olay bir devlet hastanesinde yaşandığı için yazının başlığını bu şekilde belirledik.
Türk hukukunda sağlık hizmetleriyle ilgili açılan idari davalarda, tazminata hükmedilmesi için; zarar gören kişinin genellikle hizmetten yararlanan durumunda olması ve hizmetin de riskli bir nitelik taşıyor olması sebebiyle; kamu idaresinin ağır kusurlu olması koşulu aranmaktadır.
Hangi durumlarda hizmet kusurunun var olacağını önceden kurala bağlamak mümkün değildir. Bu nedenle somut olayın irdelenmesi gerekmektedir. Hastanenin kötü yönetilmesi, mali kaynaklarının etkin ve verimli bir şekilde kullanılmayarak sağlık hizmetlerinin gerektirdiği donanımın temin edilmemiş olması da kimi durumlarda yönetimle ilişkili hizmet kusuru olarak değerlendirilmektedir. Ancak burada mutlaka somut olayın dikkate alınması gerekir. Bir ilçe devlet hastanesinde sofistike bir tıbbi cihaz bulunmayabilir ama tansiyon aleti bulunmak zorundadır. Diğer noksanlıklar bu iki durum arasında bir yerde olmalıdır. Verilecek karar da hangisine daha yakın olduğu ile ilgili olmalıdır.
Danıştay önceki yıllarda verdiği bir kararında hastanın parmağına takılarak solunum durumunu tespit etmeye yarayan bir cihaz olan ve anestezi uzmanına uygulama rahatlığı, takip kolaylığı ve güven sağlayan pulse oksimetre cihazının probunun bulunmamasını ağır kusur olarak kabul etmişti.
Yüksek Mahkeme daha sonra verdiği bir başka kararında yine bu yaklaşımını korudu ve kardiyoloji polikliniği bulunan bir hastanede protrombin zamanı (PTZ) ölçüm cihazının bulundurulmamış olmasını hizmet kusuru saydı. Söz konusu karara ilişkin öykü ve davanın gelişim seyri kısaca şöyleydi:
13 Mayıs’ta kalp kapak replasmanı operasyonu uygulanan 69 yaşındaki erkek hastaya aynı zamanda coumadin adlı ilaç verilmiş, hasta 17 Mayıs’ta taburcu edilmiş ve 24 Mayıs’ta kontrol muayenesi ve tetkikleri yapılmıştır.
Ancak hasta 28 Mayıs’ta saat 23:00 sularında ayağa kalkınca aniden fenalaşmış, götürüldüğü devlet hastanesinde EKG’si çekilmiş, hastaya semptomatik tedaviler uygulanmış ve ertesi gün ilgili kardiyoloji uzmanına başvurması önerilerek evine gönderilmiştir. Hasta yakınlarınca evine götürülmek üzere hastaneden alınıp aracına bindirildiği sırada tekrar fenalaşmış ve yine aynı hastanenin acil servisine getirilmiştir.
İkinci başvuruda yapılan kan tetkikinde hemoglobin ve hematokrit değerleri düşük tespit edilmiş, ancak hastanın protrombin zamanı (PTZ) cihaz olmadığı için ölçülememiş ve hastanın kanı bu ölçümün yapılması için özel bir hastaneye gönderilmiş, bu arada hastanın durumu giderek kötüleşmiş, sonrasında hastaya resusitasyon işlemi uygulanmış ancak 29 Mayıs günü saat 03:00’te hayatını kaybetmiştir. Ölümden sonra yapılan idari soruşturmada alınan uzman görüşünde hastanın muhtemelen GİS (mide-bağırsak kanalı)kanamasından vefat etmiş olabileceği ifade edilmiştir.
Ölen hastanın mirasçısı davacılar hastanede PTZ ölçümünün yapılamaması nedeniyle, ölçümün özel hastanede yapıldığı ve zaman kaybedilerek yakınlarının ölümüne neden olunduğu iddiasıyla tazminat davası açmışlardır.
Yargılama sırasında yerel mahkemenin talebi üzerine Adli Tıp Kurumunca düzenlenen raporda, Devlet Hastanesine 28 Mayıs saat 23:00’te gerçekleşen ilk müracaatında kan değerlerine bakılmış ve buna yönelik tedavi uygulanmış olması halinde de hastaneye geliş saati ve ölümü arasında geçen süre de dikkate alındığında hastanın kurtulmasının kesin olmadığı kabulü ile hastaneye atfedilebilecek bir kusur bulunmadığı belirtilmiştir. Bu rapor üzerine yerel mahkeme davayı reddetmiştir.
Her ne kadar yerel mahkeme Adli Tıp Kurumu raporu doğrultusunda karar vermiş olsa da konuyu ele alan Danıştay, 13 Mayıs’ta kalp kapak replasmanı operasyonu geçiren, anılan operasyon nedeniyle, kan sulandırıcı Coumadin adlı ilaç kullanım öyküsü olan hastanın, 28 Mayıs’ta rahatsızlanması üzerine götürüldüğü, kardiyoloji polikliniği de bulunan, Devlet Hastanesinde, PTZ ölçümü yapacak cihazın olmaması dolayısı ile sağlık hizmetinin gereği gibi yürütülmediğine karar vermiştir.
Danıştay verdiği kararda, sağlık hizmetinin sunumuna yönelik aracın yetersizliği sebebiyle hastanenin hizmet kusurunun açık olduğunu, bu durumun davacılar murisinin ölümüne neden olmamış olsa bile davacılarda, murislerinin tedavisinin gerektiği gibi yürütülmediği yönünde şüphe, endişe ve üzüntüye yol açtığı görüldüğünden, davacıların maruz kaldığı acı, elem ve üzüntünün hafifletilebilmesi amacıyla davacılar lehine manevi tazminata hükmedilmesi gerektiğini ifade etmiştir.